6 Kasım 2009 Cuma

Tuzlu Yara

sana tuzlu yara armağan ediyorum,yaladıkça için kavrulana kadar susayasın die...tuzlu yarayı verirken aşk çeşmesi'nin vanalarına mühür koydum...bunu yana yakıla suya hasret olduğunda anlayacaksın...ilk günlerde birkaç şişe damacanayla idare edeceksin...sonu olan herşey gibi onlar da bitecek...bitmeyen bir tek tuzlu yaran olacak...damanacadaki sudan bahsediyorduk değil mi?ha işte....komşun olsa komşundan idare et dicektim tuzdan arşa çıkmış hararetini ama biliyorum ki tuzlu yara günü dostların,ahbatların da olmadı senin...nedense yılan dilin geliverdi aklıma...herzaman gayet uzun ve gayet istediğini alabiliritesi yüksek bir hali vardı...susuzluk çekilmez olduğunda yılan dilini kullanacaksın yine tüm yılanlığıyla ve düşünmezliğiyle...o dil gözüne gidiverecek tek su kaynağı olan bölegene...dil gözüne değdikçe yaradaki tuz hissettirecek kendini ve ufak yanmayla başlayan sızılar kaplıcak herbiryerini,sızılar volkanlaşıp deli deli patlamaya başlayacak....bu acıya hangi varlık dayanabilir?hangi varlık kanların akıp gittiği bir acıyla baş edebilir?
tuzlu yara,kanlı gözyaşı,yer yurt bilmeyen yılan dilin...bunlardan ibaretsin artık ve bunlarla berabersin...

19 Ekim 2009 Pazartesi

bu kadar

neydi günahım ,gençliğim bunun için mi soldu gitti?inanmıştım ben sana...yeşil panjurlu evin hayali böylemi bitecekti?panjurlar yeşil fakat içimi katran gibi yaptın şuncacık yaşamımda...nereden tutayım bilemiyorum,tuttuğum heryer parça parça elimde kalıyor...parçaları birleştireyim derken eklediğim büyük parçada kopup gidiyo...insan kanı akmaz mı damarlarında senin be adam!hayallerim vardı,güzel hayaller...huzur kokan bir ev,güzel bakan gözler,cıvıldaşan çocuk sesleri...gıptayla bakılan bir saadet...sen tanırdın beni,gerçekten tanırdın...kırılganlığımı,narinliğimi kimse senden fazla göremezdi...kimse senin kadar bunlara yakın olamazdı....ne oldu? bilmek herşeyi değiştirmiyormuş demek...anlayorum ki bütün iyi niyetler zaman içinde sıradanlaşıp birer hayalete dönüşüyormuş...göremezsin,git gide kayboluyormuş...aklında kalmaz,sıradanlık etiketini üzerine yapıştırıveriyomuşsun...gözle görmediğin zaman da eziverirsin hergeçengün artan şiddetinle...bir insan bir insanı neden görmezden gelir,neden sadece cismini görür?içindekileri,hissettiklerini neden zaman içerisinde eritir,seyreltir?ellerimle ördüğüm dantel masa örtüsü de eriyor...zamansız oldu ama sanırım aynı evde yaşadığı sahibesinin mutsuzluğundan nasibini aldı o da...ne zahmetlerle örüldüğü kimse tarafından bilinmez tabi....o yüzdendir,sıcak bir tencereyi bikaç saniyede olsa üzerine koymaları,o yüzdendir boyası kurumamış pantalonu üzerine koymaları...onu da görmezden geldiler ,erimeye başlayana kadar...evet dünyanın en muhteşem ilmekleriyle oluşmadı tıpkı sahibesi gibi fakat binlerce ilmekle o hale geldi yine sahibesi gibi...
oğlumuzun dünyaya gelme hazırlıkları yaptığı zamanların başında ne kadar inançlıydık....kırlmamışlığımızın en yüce olduğu anlardı,temizlenecektik ,arınacaktık tüm hoyrat anılardan...bana yeniden inceliğimi anımsatmaya başlamıştın...aldığın her güzel buket tebessümlü bir huzura sebep oluyodu...bu zamanlarda aklımın bir köşesinde küçük kuşkulu anlar yaşamıyor değildim...ya bu bitebilirliği olan bişeyse.ya bir anda görünen ve kaybolan bir yıldız gibi bişeyse...ben bunlarıda düşünüyordum istemeye istemeye.yeterliliğinden çok daha fazla kırılmıştım ve artık hiç istemiyordum devamının gelmesini...oğlumuz en güzel iksirim olmuştu...etkisi göz açıp kapama anından ibaret bi iksir...sonra sen oğlumuzu ve onun getirdiği mutluluğuda zaman içinde sıradanlaştırmaya başladın...görmedin,katılaştın,kırdın,hevesi kursakta bırakmak neymiş öğrettin...
artık sana ait olan ne varsa sevemiyorum,sevmek bi yana tahammül bile edemiyorum...kendi canımdan olan oğluma bile uzak gözlerle bakıyorum...çünkü senin hoyratlığın değdi onada,onada bulaştırdın bu lanetini...bu ev...yeşil panjurlarını simsihay boyamak istiyorum...kakmalı yatağımız...bahçede yakmak istiyorum...dantel masa örtüm...boyası kurumamış pantalonunun boyasıyla kirlenmiş olduğu için kesmek istiyorum...kendim...bana dokundun...cismime teneffüs ettin...canımı acıttın...kalbimi yaktın...düşüncelerime herdaim tecavüz ettin,bir türlü çıkaramadım seni ordan...kendimden iğrenme sebebi oldun...içimle ,dışımla heryerime bu kadar sen sinmişken,kendime ne yapmalıyım?alıp başımı gidiyorum...bu kadar...

4 Ekim 2009 Pazar

Film

Yürürken herşey ağırlaşır.İlk önce kırmızı ışıkta beklerken çevrendekilere ilişir gözün,herkes bekler bir an önce karşıya geçmeyi.kendine bile farkettirmeden,o kalabalığa da çaktırmadan izlersin ve kayıt düğmesine basarsın...Başlar film ağır çekimiyle...Çok üzgünsündür,hatta o insanların bunu farketmemesini eshefle kınarsın,başlayan filmin bile ağırlığından birşey çıkartamazlar....Sen sadece şaşırırsın...Halbu ki sen onca acının içinde kalkıp bir film başlatırsın ,acıya uygun bir yavaşlıkta ,diğer insanların da bu acılara sahip olduğunu düşünüp onlarıda bu filme katarsın fakat onlar figüran olmakta ısrarlıdırlar.Alalım üç beş kuruşumuzu ,işimiz bitsin gidelim derdindedirler.Seni farketmezler,acını görmezler,dahil oldukları filmin varlığına bi haber olurlar...Görmemezlikten gelirsin bu durumu,filminin ve acının yüzü suyu hürmetine...Zor zahmet dönersin filminin ağır işleyişine...Büyülü ağırlıkta attığın her adımı,seninle birlikte yürüyen onca kalabalığı,satıçıları,kuşları,iskeleden ayrılan vapurun sesini,bütün şehrin gürültüsünü objektifine sığdırırsın...Herşey cam fanusun içindeki sıvıda uçuşan köpük taneleri gibi uysallıkla,ağır aksak,yönelerek hareket eder...O acına rağmen mutluluk hissedersin...Mutlu hissedersin çünkü başka hiçbirşeye benzemeyen bir zafer kaplar içini...Normal bir günde ,olabildiğince sıradan olan bu görüntüler o gün senin acından kaynaklı bir farkındalığa dönüşür...Herşey bir başka olur...Bir büyü vardır,bir öteki dünya vardır...Görmemiş gözlerin gördüğü olur herşey senin gözünde...Mutluluktan çayırlarda ağır çekimde koşmak gibidir...Ağır adımlarla giderken birisi sana belki acelesinden,belki karakterinden,belki acısından dolayı çarpabilir...birden irkilirsin...Bu bile keyfini kaçıramaz...O irkilme anında o kişiye minnnettar olduğunu bilirsin...Muhtemelen aklına bile gelmeyeceği,umursamayacağı bir şekilde sana çarptığında senin filminde bir karakter olduğunun bilincinde olmayacaktır...Sen bu bilinçtesindir ve yüzüne ufak bir tebessüm kondurup,ağır bir şekilde yünüzünü ondan çevirip yoluna döndürürsün...O kalabalığa geri dönersin...İlah dediğin bir kalabalıktır o...Havalara uçamana gerek kalmadan sana bulutları hissettiren şeydir o...Yani dünyadaki bütün insanların orada olması gerekmez...Dünyanın bütün insanlarını hissettirecek başka başka hikayeler vardır...Saniyelik iletişimlere rağmen oradan geçenlerin hikayelerinin varolduğunu bilmek herşeydir,dünaynın bütün insanlarını aynı anda görebilmek gibidir...Yolun ortasına gelmişsindir...En heyecan verici yeri burasıdır...Bütün o kalabalık olmayan,kalabalık hikayeler çevreni sarmıştır ve sen onların tam merkezindesindir...Sağın,solun,önün ,arkan...Zihninin çarptığı heryerden başka bi acı,başka bi hikaye düşer aklına...Şarşar kalırsın...Halbu ki senin acının benzerlerini görmek te varmış bu ağır akan filmde...Aslında bilincindesindir bunun normal bir günde ,normal bi anda...Fakat bu bir filmdir...Ağır çekimde ilerleyen ve senin acının yönetmenliğinde...Hal böyle olunca şaşırmanda büyülü birşeymiş gibi gelir sana...Yolun ortasını geçmişsindir...Hissettiklerin yine aynı hızında,fakat yolun sonuna yaklaştığının bilincinde farklı gelmeye başlar...Bitmesini hiç istemediğin bir roman,sinemada izlediğin en güzel film gibi bir bağ kurarsın bu kısa ama ağır anla...Sona yaklaştıkça etrafındakiler seyrelmeye,yönlerini değiştirmeye başlarlar...Yani uzaklaşmaya başlarsın figüranlarınla...Bitmesini istemezsin yolun,koltuk değneklerinin kollarının altından kayıp gitmesi gibi gelir sana...O kısacık anda yarattığın o büyük dünya ufukta kaybolmaya başlar git gide küçülerek....Filmin sonunda yolun sonundasınıdr...Kaldırımda durmuşsundur...Filmlerin sonunda akıp giden yazılar gibidir bu an...Gözlerinle tek tek figüranlarının isimlerini geçersin...Oyuncular,yönetmen,yardımcı yönetmen,set ekibi...gözlerinle gördüğün mağazalar sponsorlar olurlar...Vesaire vesaire vesaire.... Yönetmen olarak filmini bitirmek zorunda olduğunun bilincine varırsın atılan paydos adınlarıyla ...Gözlerini kapatırsın ve nihayetinde “son” u görürsün büyük bi acıyla...

27 Eylül 2009 Pazar

Artanlar Azalanlar

bir adım daha atarsam tüm incilerimi saçacağım,saçılacak ve dibimdeki tüm çamur içinde bulanıp gidecekler,toplamaya kalkıcam,ne kadar başarılı olacaksam artık...ya kopmadan önceki sayıya ulaşamayacağım,yada yeterli sayıya ulaşsamda temizlicek temiz bir ruha sahip olamayacağım...evet bir adım kaldı,şeytanın aklımla flörtüne sadece bir adım,ondan sonrası tam bir inci katliamı...şu anki hiçkil hislerimi kuvvetlendirecek bir iksir bu anladığım kadarıyla...o çok meşhur adım ve hiçliğin cabası olan mega-hiçlik duygusu...birşeylerin artması yada azalması bakış açısından tut ,o şeyi dilemeye kadar hep farklılık göstericek.evet hiçlik artacak,hayatımda artacak.hiçlik beni azaltacak,hayatımda değerini yitirecektir...karşıdaki gözler hiçliğimi arttıracak,kendi gözünde beni azaltacaktır...artacak azalacak,artacak azalacak...anlayamadan,anlam veremeden bişeylerin değeri sabitsizlik içinde artacak,azalaak....
bunların hepsi bir adıma bakıyor. gün gelecek ve ben sırta bıçak saplamayı özümseyip ,içselleştirdiğimde herşey inanılmaz bi hızla artacak ve azalacak...kendim,hislerim,yaşamım,gözlerdeki,gönüllerdeki değer....kargaşanın içine ellerimle sunacağım kendimi...fakat bu sondan önce son demler olacak muhtemelen....şaşalı artma ve azalma cümbüşünden sonra iki duvarım köşesinde çömelmiş,elleri başında parmaklarıyla tempo tutan,ve hafifçe sallanan bi ruhla son bulacağım...yada...gözlerin karardığı bi anda,hissettiğin şeyin hiçbirşey olduğunu anladığın zamana uygun olarak yüksekçe bi yerden atlama,dolapta duran ,iki avcunu dolduran haplara sabit bi şekilde bakmak duygusuna bırakacağım kendimi...
surlar yıkılıyo,tek tek,azcık azcık,az az,aıra sıra...inandığın,doğru olacağına yeminler ettiğin o yüce hislerin gidiyor...gidiyor ve bakıp kalmaktan başka çaren yok...kimisi ağır bi yargılamayla,kimisi ağır bir yargılamanla...iki dakika önce doğruluğuna tüm varlığınla inanırken,2 dakika sonra ya asıyorsun,yada astırıyosun...kalemler kırıyosun,kırılan kalemlere dudak büzüp ,düşmüş kaşlarınla itiraz bile edemeden eyvallah diyorsun...çünkü kurt düşmüş olan bi yerde inandıklarında herşey gibi atrıyor ve azalıyor.bakış açıları,dilekler ,kine neye göreler,empatiler...bir taraftan artması için uğraş verirken ,aslında azaldığını dudak büzüp,düşen kaşlarla izliyorsun sadece....

15 Eylül 2009 Salı

dökülgen

gün doğuşuyla bekliyorum seni,gramafonda sina simone var.hiçbirzaman anlamlarını bilmeden sadece müzikle akıp gitmek adına sevdim bütün bu şarkıları,tıpkı seni sevdiğim gibi...tıpkı hayatımda geri kalan ne kadar sıradanlık varsa seni hep öyle sevdim,pembe bulutların ardına yükselmeden,insanların ellerindeki şarap kadehleriyle yaptıkları büyük konuşmalar gibi değilde,yere bilinçli bi şekilde dökülmüş kedi mamalarının görüntüsü gibi sevdim...çünkü herşey çok kolay oluyodu,büyük cümlelerin,büyük hislerin akla sığmayacak yükünü taşımaya fırsat vermeden kendime sadece bütüm kalbimle,basitliklerle sevdim seni...bi anlam yüklemedim,anlamları kendimi yargılamakla harcıyıordum.biraz da itiraf zamanı sanırım.belki de kendi yumağıma dolandığım için senin sevgine gereken büyük cümleleri yükleyemedim...bi sakıncasıda yok bence...nasıl olabilir ki?sıkıştığım,kapandığım her anda aklıma bir şarkı gelirdi ve ben sana"seviyorum seni,ekmeği tuza banıp yer gibi..." derdim.ağzımdan bunlar dökülürken seninde göz yaşların aynı hızla dökülürdü...bizim sevgimiz bu kadar dökülgendi işte...

19 Temmuz 2009 Pazar

bazen daha fazladır herşey...

Bir adım at,geride kalan ağlarmış olacak,dönüp baktığın da çamura batmış...gelmekmi istemiyodur yoksa elde bişey yok,batmışmıdır bi kere?biçok şey var azalan,eksilen,kırılan....yani bu fazla geliyor...yeterince eksi olan...neden ki adımın da geride kalır ?fazla hissetmek istemez sanırım durumunun acısını...bi anda canlanan her saniyenin büyüsüne kapılamıyosun...adımlar zor zahmet ilkerlerken ömrünün sonuna yaklaşmayı görmek beyninde,bir adımını geride bıraktırıyo sanırım,gerideki adıma çok suç bulmakta doğru değil böyle olunca...
Yeterince ağır...beyninle beraber beyninde yürümek....bazen daha fazladır herşey...suçu atabilmek başkalarına...hatta geride kalan adımına bile...ama biliyorsun o şuç bulmalar kendinle yüzleşmene delalet...buldukça kendine biraz daha iri gözlerler bakıyorsun...korkmuş da olabilirsin,şaşkınlıkta buna ek olur...yani hiçbişey beraberinde yürüdüğün beynine sığamaz...o kadar derindir ...neyi nereye koyacağını bilemezsin...yani bi doğa olyından tut,toplu katliamlara sebep olanlara kadar anlayamadığın,parçalandığın biçok şey peydahlanır şaşkınlığına,korkuna...
Hadi gülelim ağlanacak halimize,yada ağlama ,zaten sölediğim şeyin tersinde ya da aslında şöyledir diyebilceğin başka bi cümlen olacak....yani ...yani....yani..yani zilyontane insan varsa bu dünya üzerinde ,bi o kadar da fikir olmak zorunda ,bunu biliyorum...o yüzden kendimce diyorum ,nacizane bi şekilde"gülelim ağlanacak halimize"...sırat köprüsünde yürümektir insanlarla kendi beyninde yürümek...incecik ipin üzerinde yanmamak için bütün dengeni toplamak istersin...yani alnından süzülen terlerin düşeceğin ateşi azaltamayacağını bile bile,daha çok terleyerek,gözlerini sımsıkı kapatarak yürümeyi istersin...
hadi,geride kalan adımım!...bi arpa boyu olan hayatımızda büyük adımlar atmalıyız...acele etmelisin...seni anlamaya,sırrını çözmeye vaktim yok...ne olacaksa olsun bitsin...köprünün ucuna az kaldı...beynim git gide ağır olamaya başlıyor...her an dengemi kaybedip düşmek istemem ateşin içine...

30 Nisan 2009 Perşembe

hayrola?

aşk nerdeysen çık dışarı dedi delinin biri,kuyuya attı taşı...nası bişey biliyomusun sevgili deli?kafanın azıcık votkalı olarak,kadere sitem etmeye kamak kalmış her durumda hayrola dersin...içimden dolup taşıyo herşey,dolup taşarken tüm isteksizliklerim,sinmişliklerim çoğalarak dolup taşıyo....görmek istiyorum ,adımım mıh gibi derdimi çoklaştırıyo...çıkarsız bi dünya görme umuduyla yerimde durup duruyorum....kuralları altüst etmek istercesine ,tüm çıkarlarımı yutan elemana teslim etmek istiyorum....herşeye inat çarpmak istiyorum tüm hayvani çıkarlarımı tüm sıfırlarla....küçük hesapların,büyük adamı olmak ne korkutucu....çocuk olmak istercesine,kötü haberlerin yarınına umutla bakmak istiyorum....dönüp bakıyorum da herkesin derdi daha çokmuş.....oyalanmakta biçare değilmi?yapayalnız alışmaya başlamışken ,kadere sitem edip yine yalnızlığa göz kırpıyorum....kimse durmadıkça yerinde,yeller estikçe beynimde hayrola demek,hayırlar olsun demek pek bi çıkmaz geliyor....mutlak bi son istiyorum,korkak yaşlarımı boğazlamak,çocuk olup ,herbiyerime sitemli gözlerle bakmak istiyorum....istiyorumda bakıyorum zamanım yok küçük oyunlara....çocuk olmayı çoktan hapsedip,kaybetmişim.....büyük oynamalı,alışmalı yalnızlığa...küçük beynimde zarların küçüklüğüne inat tüm sonsuzluğumu itmeliyim masanın öbür ucuna benliğimi elimin tersiyle....kaybettikçe yalnızlığıma bi çentik atmalıyım.kaybettikçe büyük adam olmayı bilmeliyim....büyük adamın küçük aşkı nerde acaba?

26 Mart 2009 Perşembe

Zilleri taktı,çiki çiki yaptı....

Boynundaki yeni zili ile Ginger kafayı yemek üzere.Biyerlerden bir ses geliyor ve sese bir türlü ulaşamıyor.Ulaşamadıkça deliriyor,delirdikçe ulaşamayıp kısır döngünün bi parçası olarak mutsuz mesutsuz alışma sürecine akıp gidiyor...Buradaki asıl mesele benim bu olaydan aldığım haz...Sevgili kedim cebelleşirken,ben o'nun gerçekten küçük bir bebek olduğunu unutmamdan dolayı günbegün artan kızgınlığım bu şekilde huzura ulaşıyor sanırım...Az daha kalkıp göbek atma merasimi düzenleyeceğim sanırım....Efenim hep derler ya...?Olayın derinine inmek lazım...Bilinç altımızda yatan bir türlü kalkmayan gerçekler neler?Çok sevdiğim(!) bi arkadaşın dediği gibi kaşkolu rüzgarda uçuşan biri olamadığım için hiçbizaman bu olayı da şu şekilde açıklamak durumunda olacağım.Efenim şimdi ben burda kapanıp kalmış durumdayım.Kendim de az önce bahsettiğim üzre bi kısır döngünün içinde cebelleşip durduğum için kendi güçsüzlüklerimi,kendi caresizliklerimi,hatta salaklıklarımı ve bunun sonucunda nur topu gibi doğan mutsuzluğumu zavallı bir canlı kedicazın üstünden hunharca ,pirim yaparak gidermeye çalışıyorum.Şekerim büyükler hep doğru dermiş."Güçlü güçsüzü ezermiş".Ah Cem,aynaya bi baksan kendi yüzüne .ıçmak istemiceksin!Düşün yani olayın vahametini...Acizliğimi perçemlemek için Ginger'a yazdığım dörtlüğün güftesini yazmak istiyorum yüksek müsadenizle...Bestesi ile birlikte dinlemek isterseniz eğer yakın zamanda çıkacak olan multi single'ımı beklemek zorundasınız...Kesin bir tarih veremiyorum.Malum küresel ısınma var....Bir tarih veripte ,dediğim tarihte çıkmazsa eğer,sevgili sevenlerimin gözündeki itibarımın sarsılmasını istemem....En yakın zamanda buluşmak dileğiyle....

Adını kahpe koydum Ginger!
Adınııııı Kah-pe koydum Gingeeeer!
Bıraaaaak Öy-le kalsın Ginger...
Bıraaaaak öy-le kal-sııııııın!

11 Mart 2009 Çarşamba

GİTMEK

-Evet Mişhel gidiyorsun...?
-Üzgünüm ki öyle Fransuva...
-Neden üzgünsün?
-Gitmekmi zor,kalmakmı?Bunun ağırlığı hiçbirşeye denk değilmiş...
-Sen zorların kadınısın Mişhel...Yıllardır güçlü maskelerini özenle taşımadınmı yüzünde?
-Ne olur daha fazla yorma beni Fransuva...Bu veda anını ne olur naif bırak,üzgün olduğum pencerelerin perdelerini sert rüzgarınla parçalama...
-Ne oldu?Sanki duvarların su almaya başlamış,yavaş yavaş eriyor...Bu sen olamazsın,benimle beraber bunca adama,bunca eziyeti yudum yudum tattıran sen olmazsın...?
-Biliyorum,ben değilmiydim kendisini yok etmeye mahkum adamların kalpsiz celladı?Ben değilmiydim meyhane köşeleri ağıtları...?Fakat dur deme anları biz güçsüz fanilerin elinde şekillenmiyormuş demek...Bilmeni isterim ki Fransuva hiçbirşey sebepsiz değilmiş...
-Biliyorum zaten...Sebepsiz olmadan ,sebepsiz olunulan bu acizliği bana benden başka kimse bu kadar iyi anlatamazdı...Senin varlığın böyle birşeyi anlamama yeterliydi Mişhel...
-Aslında bu oluduğum durumdan ziyade,hiçbirzaman olamayacağım durumların yokluğunu hissetmek çok daha yaralayıcıymış...Annemin rahmine düştüğümde kurallarımı yazmayı becerememiştim bir türlü...Bunun yüzündendir mutsuz anlarımın acısını,mutlu fanilerin mutsuzluğa dönüşen anlarından çıkartmam...
-Kendini yok yere heba ediyorsun Mişhel...birşeylerin yanlışlığını görüp hala mutsuzlukların üzerinden yanlış yollara sürüklenmek senin kurtuluşun olamaz...Bu dünyada herşeyin sonu ve başlangıcı bir anlık olayların kolaylığındayken,neden bu kadar yükü üzerine giydiriyosun?Neden?
-Ben mi istedim sanıyorsun?Konuştuklarım hala zihninde belirmiyormu?Anlamak istemiyormusun beni?Hala zehrimim etkisiyle ,sadece benim varlığımı hissetmekmi sana iyi gelen?
-Ah Mişhel Ah!Düşünki bunlara rağmen insanlar sana bağımlı,senin bir nefesin onların hayat tutanağı...Bunun acısını çekmiş,kararan dünyasına dönüp bakmayan,sadece uzaktaki bi ışığın pençesinde kıvranan biri olarak ben bunları düşünüyorsam senin gitme isteğin bu kadar kolay olamaz...
-Geçersiz özürlerin boş cümlesi olmak istemiyorum...Yaptıklarım yada yapacaklarım beni teselli etmiyecek...Kendi içimdeki boşluğu netleştirmek en iyisi...Ben boşum ve şimdiye kadar bu kentte,bu sokakta,bu evde yaşayan Mişhel'in yokluğu bu boşluğu pekiştirecek...Benim gibi o'da bomboş olacak...Bir varmış,bir yokmuş....
-Anlaşılan teselli cümleleri bir dönüşün başlangıcı olmayacak,keşke anne'nin rahmindeyken kaderini yazma şansı sana bahşedilseydi...Belki o zaman bu konuşmaların yerine,seni kucağımda sevip, o ipek saçlarını okşardım...
-Güldüğüme bakma...Hıncım katmerlendikçe böyle olurum...Fransuva...Söylediğin,anlattığın herşeyin doğruluğunu tartışmayacağım...Az sonra bu kapıdan çıkıp gitme zamanının gerçekliğini de...Benim için vakit tükendi,sözler tükendi,yaşadıklarım tükendi,benliğim tükendi...Tükenmeyen bir tek mutsuzluğum ve mutsuzluğuna sebep olduğum insanların varlığı...Gitme'nin kalmakla olan uzun bağı beni yeterince tüketti...Bunlar son sözlerim...Birazdan gözlerini kapatmanı isteyeceğim...Belli bi süre açma ve beni bir daha düşün...Bütün yaşanılanları,bütün acıları,bütün gaddarlığımı...Bu düşündüklerin gözlerini açmamana yardımcı olacaktır...Hiçbirşey kolay değil,kolay olmuş olsa bu sözlerin hiçbiri bu kadar çok yormazdı bizleri...Hayır konuşma...!Dediğimi yapmanı istiyorum sadece,evet şimdi...!
.......................................
-Mişhel,Mişhel,Mişheeeeeeel!

3 Şubat 2009 Salı

Ne dedim ben? :)

Kanbiti oldum alnım'ın orta damarında.Kanbiti gibi analmsız kalma cabasında bir ahenk uğruna ne cüretkar bir dua takındım el kitabımda.Hastalığım'ın bu ilk sekmelerinde bu dağarcık darlığında böyle esmişti bikaç cümle en bahtı kara sularımda.Karabatak olmadan batak olurmuydu...?Olmazsa karabataklar ne anlamda taçlanırdı?Uçsuz bucaksız zihnim'in,zemin sahibi miniklik mertebesi illaki bunu emrederdi.Karanlık ol,suçlu ol,kendini perdelerden bi bağla yavaş yavaş boğ...Perdelerimi bu yüzden açık bırakmaya çalışıyorum heralde...aklıma takılan zihnime bakılan bi anda oluvermişti herbişeyin anlamsız oluverişi,yada yokluverişi...Alışlar,verişler...Hep bunla müsamma değilmiydi beni girdap düğününe götüren?Aldığım kadar verdiğim ,vermediğim kadar alıp giden herbişeyin acizliği...?Aciz olmaktan yüksünmek değildi belkide,belkide yüksünmediğim anları çıplaklık olarak görüp,koşa koşa acizliğime minnettarlığımı sunmamdı tek suçum?Hiçbiryerin,hiçbir yerine,hiçbir yerde,hiçbir yerle,hiçbişey gibi ilintisiz kalmaktı belkide...Gözüm'ün gördüğü kadar yüksek olmamaktı...Ahu dillim,serçe seslim,ceylan bakışlım...Ey yüce huzur!Aklımı sesli harflerin yokluğunda,sessiz harflerin ezikliğine maruz bırakma ey yüce huzur...Kasıp kavrulan bi a'na,muzdarip bi hava katmak niyetiyle olumsuz olgulara el açtırma...Sen büyüksün!Huzur tomurçukları serpilsin akıl yolu ormanına,her dem bahar edalarıyla...Saklı bahçem bülbülleri sahiplesin,saklımı şen kahkahalara boğarcasına...Kanıtsızlık gibi ,rüzgar'ın dağıttığı kum taneleri gibi izini süremesin adı batasıca...

21 Ocak 2009 Çarşamba

Elif

Sıradan bir cümleyle başlamalı bu hikaye...Herbir kelime bir sıradanlık aktarısı olmalı.Sıradan olmalı,çünkü altı üstü iki heceli olan ismiyle uyum göstermeli...Elif adı.Yeryüzü’nün adım atılası en zor olan bir köyün,insan bolluğu içinde bu sıradanlığını pekiştimek istemiş ilahi adalet...Kolay mı üç eşi olan bir baba’nın,bilmem kaçıncı çocuğu olmak ve sıradanlığın gazabına uğramamak?Evet annesi seviyordu o’nu...Ama annesi’nin de can verdiği evlatarı için sevgisi kadar vaktini ayırması mümkün değildi...Fabrikasyon imalatından farklı değildi pek Elif’in onlara merhaba deyişi...

Günler aynı tekerürüyle devam etmeye ant içmişti.Hergün aynı güneş doğuyor,aynı yoldan yürünülüyor,aynı laflar ediliyor,aynı olan ne varsa zerre kadar değişmeden sabit olma adına verilen bi kararla çarkında işlemeye devam ediyordu...Elif ilk adımlarını attığı zaman bir gidişat noksanlığı vardı.Gidişat’ın seyri sekteye uğramıştı.Elif’in ilk adımlarını atması doğal birşeydi elbet ,fakat garip karşılanan ve sıradan olmaktan çıkan yaşıtları adım atmadan önce emekleme faslını abarta abarta geçerlerken Elif bu önemli kısmı atlamış ,atlamakla kalmayıp bunu yedi aylıkken yapmıştı...Hoş böyle bi olay üç eşli bi baba’nın bilmem kaçıncı çocuğu olarak ne kadar sansayyon yaratmıştır bilinmez tabi...Herşeye rağmen Elif birşeylerin farklı olacağını bu minik adımlarıyla müjdelemişti kendi halide,bilmeden...


(umarım devamı gelir)

12 Ocak 2009 Pazartesi

Göt Deliğim'e İtafen

Merhaba Sevgili Çizgili Defter....

Bana bu kalbim kadar temiz,göt deliğim kadar kirlenecek çizgili sayfalarını ayırdığın için teşekkür ederim...Gönül ister tabi kalbim kadar beyaz olan cırtlak beyazlıkta bir defter edinebilmek...Fakat çok aceleye geldi...Bir anda ben yine kendimi göt deliğim gibi hissettim ve son günlerde aldığım karar doğrultusunda bu boktan durumu yazmak istedimGöt deliğim kadar olan Lefkoşada suratsız bir satıcısı olan kitapçıda seni bulabildim.Can sıkıntımı sorucak olursan eğer aşikardır...Benim canım sıkılır yer,yön ,mekan,amaç ve neden gözetmeksizin...Ne yapayım,ben böyleyim...Bir gün hüzünlü hüzünlü,Umay Umay şarkıları tadında göz gezdirmezsem çevreme içim rahat etmez...

Şarkılar,şarkılar,şarkılar...Üç saat öncesinde geçmiş devrimci günlerimi dolu dizgin hissettirirlerken,şimdi bira ve sigara eşliğinde meyhane köşesi gibi hissettiriyorlar...Bir de çevrede koşuşan çocuklar ve gürültüleri olmasa...Neyse..Benim canım sıkkın...Sikmişim çocukların gürültülerini...İşte yazıyor olduğum şu anın başlangıç süreci ve nedeni bu...Ha!..Bir de daldan dala atlarken,yapmak istediklerim,heves ettiklerim listesinde sıkıntı atma,kafa dağıtma işlerimde yazmayı tercih etmem...O kadar becerikliyim ki ,düşünsel anlamda kendimce herbişeyi başarmaya niyetli görünüyorum...Halet-i ruhiyemin bedbah olma nedeni şudur;Kendimi yaşadığım çevreye,sosyal alana katamamam,sindirememem,dahil olamamam ve en önemlisi bunu nasıl başarıcağımı bilememem...İllaki şeyta'nın bacağı bir şekilde kırılıyordur...Şans dönüyordur...Elbet bu garip de kendi yüzünü güldürmeyi öğrenecektir...

Uzun yıllardan beri birşeyleri,biryerlerde yanlış yapıyorum,farkındayım...İzafiyet teorisini bulmak kolay olmamıştır heralde...Bu kolaycılığa sığınarak yanlışlarımı hatalarımın nedenlerini sebeplendiremeyeceğimi düşünüyorum...Yazdıkça düşündüğüm,hissettiğim olumsuzlukları Pek de öneli görmemeye başladım şimdi...Allahım delimiyim neyim?..Radikal bir karar alıp göt deliğime dinamit koyup patlatsammı acaba?Kurtuluşum bu olurmu,sessiz sakin dünyaya kavuma adına?..

Düşün,düşün,düşün...Arabada gelirken kendimi koyduğum durum ve hislerimi...Düşün!..Hımmm..Kendimi bir çarkın parçası olarak görmüyordum,bu çarkın işleyişini anlayamıyordum...Sürekli olumsuzluklarımla gündeme geldiğimi ve bunu birlikte olduğum insana yaşatmaya hakkım olmadığını,sadece ismam ve soy ismimden ibaret olduğumu,....'nın sevgilisi cem,yurt dışından gelmiş cem,tek başına kaldığı anlarda tek baş olan,yapabilceği hiçbirşeyi olamyan,sınır noktasında olan cem olarak görüyordum...Sokakta yalnız başıma dolaşıp,sonra bir gruba daihl olduğum,ait olduğum çoğunluklara gitmeyi çok özledim...Hiçkimse duygusu,durumu çok ağır geliyor...Bir türlü çoğunluklarla iletişim kurma olayını geliştiremiyorum...Bir türlü"yeter artık,biraz kafamı dinlemek iistiyorum,isnsanlar beni yoruyor" diyemiyorum...İnsanların hissettiklerimi bilmeden ukalaca"herkesin bir yaşam temposu var,herkesi sürekli görmenin olanağı yok"demesini istemiyorum...İnsanlardan kaçmak tercihim olsun istiyorum...Mecburiyetlere dayanan,klişe olan,yüzeysellikten ileri gidemeyen iletişimler istemiyorum...Bunkları başaramadığımı görmek istemiyorum...Burada insanları suçlamak,kendimi sürekli aklamakgibi bir düşünce içerisinde değilim...Sıkıntım sadece bu hissettiklerimi giderememekten kaynaklanıyor...

Yazmam yavaşladı...Bu çevremdeki kalabalığın artmasından mı,yoksa yazmak istediklerimin tükenmesindenmi kaynaklanıyor bilmiyorum...

.... geliyor,mola...yazmak istediklerim var daha...buradan gitme isteğim üzerine...

8 Ocak 2009 Perşembe

Kasaba Terzisi...


Hayatımın geçmiş günlerinden gelen bir diğer ayrıntı ise kadın sevmezliğim,kadın tutmazlığım,kadına karşı olan iletişim eksikliğim...Çocukluk yıllarımı saymazsak dişi populasyonuyla hep bi çıkmaz olmuştur bağım...Ben ben olarak çok kafa patlatım,geceler boyu süren fikir yürütmelerimden sonra çıkarım denilen şey şu oldu kendimce...Annem terziydi,kasaba terzisi.Büyük şehirdekilere benzemeyen bi terzilik.insanlar sadece prova için şöle bi ayak üstü uğramazlardı,sıkışık kent hayatı edasıyla...Gelirlerdi,kimi zaman öğleden sonra çayı molalarına dönüşürdü bu prova anları...Ve dedim ya kasaba terzisiydi annem...Kasabada erkek müşteri olmazdı,kadınların hüküdarlığı böyle yerlerde nüksederdi...Ve ne yazıkki annem hiçbizaman dilek hanif,arzu koprol gibi olamıyacağı halde işini çok iyi yapıyordu,annem işinde iyiydi.Dolayısıyla müşteri yelpazeside çok genişti,kasaba kadınları içinde.Bu sayede ben her türlü kadını gördüm...Gencinden ihtiyarına,zengininden fakirine,aklı az çalışanla çok çalışanına,şuh olanından ezik büzük,ezikiklikten kamburu çıkmış olanına kadar...Çeşit çeşitti herbiri...Çeşitliliklerinden çok ,çok çeşitli zamanları yudum yudum geçirdim onlarla.kasaba terzisi olmak zormuş ....Hele ki terzinin el bebek ,gül bebek büyüyen oğlu olmak daha zormuş...Gel zaman git zaman kadınlarla olan zaruri ve şartnameli iletişimim bende bişeyler uyandırdı,o zamanlar bilmeden,adını koyamadığım bir hal içerisinde.O zaman cümlelere dökemediğim şey şuydu;Hepsinin ortak paydası mutsuzluklarıydı,kasaba çemberine takılmış,gayeleri ailesine,beyine hizmet olmaktan ileri gidemeyen,güçlü olsalar bile güçleri bi yerde sabitleşen,çıkmazın içinde debelenip duran kadınlardı...Kasaba terzisi annemde buna dahildi...Hepsi kendi küçük dünyalarında büyük hükümler süren,kendi küçük dünyalarından bir adım ilerisinde hükümsüzlüğün allahını yaşayan kraliçelerdi...Ben bunların ciğerini öğrenmiştim,hatta ciğerlerini okumakla kalmamış,şımarıkça bazı zamanlar prova yapılan eteğin altından mahremlerine dil uzatmıştım....Bu kadar yakındık yani,biz...İşte bu fiziksel anlamdaki artan gereksiz yakınlaşmalar zamanla bende kadın imajını git gide azalttı,zayıflattı,neredeyse yok etti...Fiziksel anlamdaki laubali yakınlık,duygusal anlamda büyük bir elvedaya dönüştü...Güçsüz insan görmeye tahammülüm yok,hele ki bu kadın olursa görmemezlikten gelmek daha hayırlı benim için...Uzun lafın kısası ben kadına doydum,ortalama 70 yıl olan insan ömründe ben 14 yaşıma kadar gereğinden fazla ve yüksek dozajda aldım bu ezik,güçsüz kadın modelini...Elveda kadınlar...














7 Ocak 2009 Çarşamba

Derdim

Birkaç cümle,biraz söz...Fazla birşey olmasa gerek...Ne fazla abartılacak,ne de görmezden gelinecek...Ortasında bir yerdeyim,ortalama bir yerdeyim.yargılayacak sözüm yok,yargıya açık gücüm yok...Yormadan yorulmanın,iki ara bir deresinde, insanca cümlelerin peşindeyim...Paydaları muhabbetle abartılı olan insan soyu tek derdim...Konuştukça varolabildiğini keşfeden,keşfettikçe insanı sevebilme yetisine doyan şahsiyetlerdir tek düşüncem...Kime göre cahillik,kime göre sığ olmak...Asıl derdim varlık içinde yokluk çekenlerden olmamak...Bildiğini şiir okur gibi,yıllarca ezberletilmiş bilgiler gibi çatıştıran olmamak...Dünyayı anlamak için illaki kilometrelerce cümlelerin savaşı gerekmiyor.Zor olan"Ali okula koş" der gibi varlığının nedenini,hayatın anlamını aktarabilmek insanlara...Herkes bunu başarabilir en alasından...İnsanların sevildiği,sevdiği,tüm ego zırvalıklarından arınıp sadece paylaşmak adına,bir ararada mutlu mesut yaşamak adına güçü var olmalı herzaman...Asli görevim budur en basitinden.Ben bu Dünyada varım,yok olmaya doğru her adım atışımda naciz bedenim gibi nacizane fikrimi sadece paylaşabilme adına,insanı sevebilme adına geliştirebilmek ve yaşatabilmektir tüm sıkıntım...Darısı "gökdelenlerden ,yeryüzüne tükürenlerin" başına...

6 Ocak 2009 Salı

tüllerim

aklımın tülleri uçuşuyor bir bir...her bir bedene,her bir ruha çarpa çarpa,yer yön bilmeden,varolduğundan şüphekar,nasıl bi varolmanın dönemecinde olduğunu bilmeden,sadece bir nokta olmak zorundaymışçasına,varlığına bir kazık çakamamışcasına,her çarpma dardesiyle uçuşuyor...çöpten kurtulmuş bi poşet,yada sonbahar zamanına ait düşen bir sarı yaprak edasıyla...çarptığı her banka,taşa ,toprağa,insan ayağına sanki bir parçamı bırakarak ilerliyorum.istesemde istemesem de bir parçamı almayı başarıyorlar...parçalarım,tüllerim eksildikçe,karşılığında ağırlığı tonlardan büyük yüklerini bırakıyorlar...parçalarım azaldıkça,tüllerim kısaldıkça yüküm doğru orantılı artıyor bir bir...aklımın tüllerine n'oluyor bir bir?

Kibritçi Kız

Eğlanceli mi eğlenceli...zeki mi zeki...akıl küpü mü akıl küpü....bunlara bağlı şeyler döktürmek ne güzel olurdu...bişyler yazıyo olmaktansa,yazdıkça çoğalmak,çoğalırlığını gözlemleyenin zihninde ufak elektriklenme şimşekleri bahşetmek çok daha hayırlı olurdu...bunu becerenler neyin fazlalığını taşıyolar?çokmu okurlar acaba?çokmu beyin fırtınasına maruz kalıp,fırtına sonrası sakinliği iyimi değerlendirirler?yada dünyada sınırlı sayıda verilen zekilik ünvanını,başlarına takılan altın taçlarıylamı pekiştirirler?bende olmayanı kıskançlıkla değil,noksan yerlerini düşünmekle geçiririm hep...düşündükçe gitmem gereken yolda değil,kuyruğunun peşinden dönen kedicikler gibi hissetmişimdir kendimi hep...bir gösterge ,bir meteryal,bi kanıt gerekli...bende bişeylerin varolmasında,şekle şemale gelmesinde sebep olmuşum die...buna istinaden ,karınca kararınca,kendi halinde bir klip senaryosun(!) yazmak isterim...dinledinizmi bilmiyorum?güldünya albümünde şevval sam'ın sölediği kibritçi kız şarkısı için bu senaryo.klibin senaryosu olurmu,olursa nasıl olur,ondan bile emin değilim...neyse!.. şöleki:

kamera objektifi adamın gözü olacak.biz gördüklerimizi sürekli adamın gözünden göreceğiz...adam gözlerini açar ve yolda yere bakarak yürüyordur...birkaç adım sonra ufak bir kafetaryanın önüne gelir,içerden gelen müzik ve loş ışık ilgisini çeker ve içeri bakar.içeride şevval sam cam kenarında bi masada salaş toplanmış saçlarıyla,uzun salaş eteğiyle,hafif yüksek topuklu botlarıyla ve uzun kaşe,dar paltosuyla oturur.sonra şarkıdaki akordion sesi yükselir ve adam iyice dikkat kesilerek loş kafeye girer...şarkıcının tam karşısındaki ve camı tam karşıdan gören masaya ilişir yavaş yavaş...ve şarkıcı başlar"nereye kadar sadaka?.."die.herşey yavaş ilerler,üzgün ve düşük bir yüzle şarkıyı sölemeye devam eder şarkıcı...ama şevval samın gözleri teknolojik hilelerle daha parlak ve belirgin hale gelir.sadece gözleri o loşluğu bozar...şarkının ikinci nakaratı başlamadan hemen önce adam gözlerini kapar ve açar usul usul ve şevval sam kafe'nin büyük camekanı önündeki sokak lambasının altında şarkısına girer ve aynı düşük ,marur tavrıyla devam eder...bu arada kar da hafif hafif yağmaya başlar...şarkının sonuna doğru adam kalkar ve camekana doğru yürür...sona yaklaştıkça ,şarkıcı adamın gözlerine direkt bakarak şarkıyı bitirir...gözden kaybolan şarkıcının ardından adam koşarak kafeden çıkar ama kimse yoktur.sonra sokak lambasının altındaki birşeyler dikatini çeker,oraya doğru yürür,eğilir ve yerdekilerin yanmış kibrit çöpleri olduğunu görür...ve yavaşça gözlerini kapatır...

Nereye kadar sadaka,
nereye kadar bu dilencilik?
Ben kimin neyim,
nereye bu yolculuk?

Derin bir üzüntü bu, geçmeyecek gibi...
Yaraya tuz basmak,
nefessiz kalmak,
ağrıya yatmak gibi...
Derin bir üzüntü bu,
ölüm çaresizliği gibi,
imkansızı umutsuzca bilerek beklemek gibi...

Ben kibritçi kız sabaha kadar üşüyorum...
Son kibritimi de yakıp sevdana veda ediyorum...
Sen buz gibi donuk gözlerle yine bakıyorsun,
her zamanki gibi kazanan sen oluyorsun!

Ne zaman pes eder bu kalp,
belki o zaman biter bu aşk...
Ne kadar sürerse o son nefes,
o kadar can çekişir bu aşk...

Derin bir üzüntü bu, geçmeyecek gibi...
Yaraya tuz basmak,
nefessiz kalmak,
ağrıya yatmak gibi...
Derin bir üzüntü bu,
ölüm çaresizliği gibi,
imkansızı umutsuzca yine de beklemek gibi...

Ben kibritçi kız sabaha kadar üşüyorum...
Son kibritimi de yakıp sevdana veda ediyorum...
Sen buz gibi donuk gözlerle yine bakıyorsun,
her zamanki gibi kazanan sen oluyorsun!